1. istinye'den emirgana dönen yolda, yolun tarifine uygun bir şekilde istinye'den emirgana doğru yürüyorum. aylardan şubat. karakış geçiyor üstümüzden. bir bankanın herhangi bir departmanında çalışıyorum. her gün takım elbise, toplantı, hedefler, saçma sapan konuşmalarla bir hayatı maaşın alındığı hafta kurulan rakı masalarına endekslemişim. içeride biriken izinler işten atılma durumunda tazminata ek olacak diye izin yapmıyoruz. ama mevzuatı bilenler bunu farkedip, para kaybetmektense eleman kaybetmeyi göze alırım düsturu ile zorunlu izne tabi tutuyor bizi. aylardan şubat. karakıştan geçiyoruz. bir haftalık özgürlüğüm var. follow the sun yapıp güney yarımküreye inecek, yazı yaşayacak ne param ne bilgim ne de vizyonum var. ben de tek bir şeyin hayalini kuruyorum. her gün emirgana gider, nargilemi içer, kitabımı okur akşam üstü eve dönerim. herkesler çalışırken ben keyif yaparım. nasıl olmuşsa hava durumu tanrıları benden yana olmuş. şubatın ortasında, hava günlük güneşlik, biraz serin, öyle tişörtle çıkayım, güneşleneyim güneşi değil. kış güneşi. bir hafta boyunca her gün öğleden sonra bir ila dört arası herkes çalışırken kitap okuyup nargile içmenin verdiği gazla senelerdir hayata bağlı bir şekilde yaşıyorum. emirgan çay bahçesine gelen emekli amcalar, teyzelerle sohbet, işsiz güçsüz ya da çok zengin insanların buluştuğu saatlerde buluşuyorum denizle, martılarla.

    sanırım beni hayata çok ufak şeyler bağlıyor. çaydanlığın çıkardığı duman mesela. soğuk kış günlerini en çok sevme nedenim. yağmur yağarken, başımı sokacak bir delik bulduktan sonra, yağmuru izleyebilmek ya da delicesine ıslanırken aynı kaderi paylaştığın biri ile karşılıklı selamlaşabilmek. çok severek okuduğun kitabını bitirdikten sonra gökyüzüne bakıp, tekrar okumam lazım bunu diyebilmek, en sevdiğin caddeyi her gün tekrar adımlayabilmek. hayatını idame ettirecek kadar para kazandıktan sonra fazlasını istemeyecek olgunluğa gelebilmek.